Bin Muhteşem Güneş
Son yıllarda savaş ve savaşın beraberinde getirdiği göç gibi konular ilgimi çekiyor. Ülke olarak içinde bulunduğumuz durumun da etkisi büyük tabii. Bu konu hakkında tartışmaları takip etmek, belgesel/film/dizi izlemek ya da kitap(lar) okumak da düşünceme katkı sağlıyor. Bin Muhteşem Güneş e başlamadan önce böyle bir şeyle karşılaşacağımı düşünmemiştim açıkçası. Özellikle Afganistan’ın belirli yıllarda içinde bulunduğu durumların insanlar üzerinden aktarılacağını hiç beklemiyordum. Kitabı okudum ve bu durum ancak bu kadar güzel aktarılabilir, hafızalara kazınabilirdi. Kurgu, Afganistan’ın içinde bulunduğu şartlarla o kadar uyumlu ki hiç zorlamadan siz de o kurgunun içinde buluyorsunuz kendinizi. Özellikle bir kadın olarak okuduğunuzda hissettikleriniz de bir o kadar artıyor. Çok derine inmeden yüzeysel bahsetmek istiyorum, kurgu çok çok başka boyutlarda çünkü.
Khaled Hosseini’nin daha önce Uçurtma Avcısı kitabını okumuştum. Hayatını tam olarak aklımda tutmamış olmalıyım, çünkü yeniden okuduğumda bayağı etkilendim. Özellikle bu kitabı yazma amaçlarından birini buraya ekleyim, kitabın da arka kapağında yazıyor: “Nereye giderseniz gidin, ülkeniz peşinizden gelir. Artık siz orada yaşamasanız da o içinizde yaşar.” Hosseini, ülkesinden ailesiyle birlikte göç edip ABD’ye yerleşmiş bir yazar. Fakat ülkesinden asla kopmamış; öyle ki doktor olduğu zamanlar mesaiden önceki saatlerde kitaplarını yazmış bir yazar. Bu kitaplar ise dünyaya açılmış; bütün dünyanın Afganistan’ı tanımasına sebep olmuş. Ülkesine hizmet etmiş, tam anlamıyla. Belki karakterler hayalidir fakat Meryem, Leyla ve Tarık gerçekten Afganistan’dadırlar. Sokaktaki 2-3 kişiden biri Meryem’dir örneğin. Bu açıdan bakarak okuduğumda gerçekten irkildim. Kadınların bunca zulmü yaşamış olması, İslam’ın bu kadar yozlaşabilmesi, erkek egemenliğin Tanrılaşması… O kadar distopik ve ürkütücü ki, okuduysanız ya da okursanız gerçekten demek istediklerim anlam bulur. Hosseini ülkesini tüm çıplaklığıyla anlatmış, tüm dünya bunu okusun, bilsin diye. Sadece kitap yazmakla da kalmamış bu yazar, UNHCR denilen, açılımıyla Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinde aktif olarak görev almış, hâlâ da sürdürmekte.
Kitapta kızına nasihat eden Nana’nın şu sözleri belki Afganistan’ı özetler nitelikte: “Hep kuzeyi gösteren bir pusula ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da mutlaka bir kadını işaret eder. Her zaman. Bunu aklından çıkarma, Meryem.” Bir erkek olmadan varlığını, kimliğini bulamayan kadınların hikâyesi biraz da Bin Muhteşem Güneş. O yüzden okurken rahatsız olmamak elden değil. Nasıl olur da kadın için günah olanlar erkek için normal sayılıyor, nasıl olur da insanlar buna inanıp bunu sürdürüyor? Hiçbir mantığın ve İslamın çözemeyeceği sorularla karşı karşıya kalıyorsunuz. Yine de umudun, sevginin, dostluğun tükenmediğini görmek biraz iç rahatlatıcı oluyor tabii. Sadece savaş ya da zulmü okumuyorsunuz, güzel şeylerden de bahsediliyor kitapta. Ki bence en çok insanı duygulandıran da bu güzel şeyler. Belki şu an yaşasanız bir anlam ifade etmeyecek ama kitapta okuduğunuzda o kadar anlamlı, o kadar duygu dolu geliyor ki gözleriniz doluyor, yutkunamıyorsunuz. Bu kitap size, anlamsız şeyler için bir anlam oluşturacak; sıradan bir şeye büyülenmiş gibi bakacaksınız. Okuyun ve okutun.
D&R veya KitapYurdu